Hipofobi, (İngilizce: hypophobia) atlardan korkma. Her zaman etrafımızda olmasalar da, bazı insanlar atlardan aşırı derecede korkuyorlar. Hipofobi olarak da adlandırılan ve Latincede de equinofobi isimli fobi çeşidi, at korkusuna verilen isim. Bu fobi, bilişsel-davranışçı terapi ile tedavi edilebiliyor.
At korkusu çok yaygın görünen bir durum değil, ancak, bazı insanlar, bu canlılarla ilgili, anksiyete krizleriyle bile sonuçlanabilecek yoğun bir korku hissediyorlar. Atlar için meydana gelen bu duruma, at korkusu, hipofobi veya equinofobi deniyor.
Pek çok insanın güzel, asil ve bir güç sembolü olduğuna inandığı bu hayvanlar, genellikle günlük hayatımızda çok fazla çevremizde gördüğümüz canlılar değiller. Onlar hakkındaki bu hafif aşinalık ve beraberindeki bilgi eksikliği, bazı insanlarda yoğun bir korku da yaratabiliyor. Ancak fobiler, gerçek bir tehditle ilgili olmayan mantıksız korkulardır.
At korkusu ve sebep olduğu belirtiler
Her fobinin yaptığı gibi, at korkusu da endişe durumu, yani anksiyete yaratır. En yaygın semptomlar terleme, titreme, baş ağrısı, mide bulantısı, baş dönmesi, taşikardi, hiperventilasyon ve hatta kusma olarak ortaya çıkıyor.
Kişinin hipofobik sayılabilmesi için atlara karşı abartılı bir korku durumunun yanı sıra bu semptomları en az altı aydır yaşıyor olması gerekiyor.
Bu semptomlar genellikle bu hayvanları gördüklerinde veya yanlarında olduklarında ortaya çıkıyor. Bununla birlikte, bu tarz semptomlar, bir kişi sadece atları düşündüğünde bile ortaya çıkabiliyor.
Başka bir deyişle, yoğun bir biçimde at korkusu olan bir kişi, sadece atların görüntüsüne bakmaktan bile büyük ölçüde etkilenebilir. Bir şekilde atlarla ilgili olduğunu bildikleri biri hakkında bir hikaye duymak bile bu tepkiyi tetikleyebilir. Duyulan korkunun niteliği ve miktarı, kişiye ve uyaranlara göre değişecektir.
Normal günlük hayatımızda bu hayvanlarla genellikle pek de sıklıkla karşılaşmadığımız için, bu fobiden bir hayli muzdarip olanların hayatlarını bile genel anlamda çok da etkilemez. Bununla birlikte, bu fobiye sahip bir kişi, muhtemelen bir atla karşılaşabileceği tüm durumlardan kaçınmaya çalışacaktır.
Örneğin, sahip olunan bu korku, hayatın diğer alanlarındaki başka deneyimlere de uzanabilir. Atlıkarıncanın üstündeki bir at figürünü görmek, hipofobi sahibi olanların asla bir lunaparka veya panayıra gitmeyecekleri anlamına bile gelebilir.
At korkusu ve kökeni
Kural olarak fobiler, korku nesnesi ile ilgili travmatik deneyimlerden yola çıkarak gelişiyor. Örneğin, bu durumda, düşme veya bir atın sebep olduğu herhangi bir yaralanma vakası bu korkuya sebep olabilir. Kişinin, ayrıca, bu travmayı kişisel olarak yaşamış olması da gerekmiyor. Bu fobiye sahip olan kişi, bu korkunun kaynağı olan hayvanlar hakkında bir hikaye duymuş veya onu uzaktan gözlemlemiş de olabiliyor.
Diğer fobilerde olduğu gibi, bir kişi at korkusunu ailesinden de miras alabiliyor. Bu, bir kişinin atların tehlikeyi temsil ettiğini annesinden veya babasından öğrendiği için equinofobiden muzdarip olabileceği anlamına geliyor. Böylece, bu durumdaki kişiler, genç yaşlardan itibaren bir kaçınma davranışı geliştirmiş ve atları tehlike fikri ile bağlantılı hale getirmiş oluyorlar.
Bazen fobiler, önceki başka anksiyete sorunları veya bozukluklarından da kaynaklanıyor. Bunlar, diğer ilgisiz uyaranlarla bir araya gelerek korku ve tehlike duygusunu genelleştirebiliyor. Diğer bir hipotez de, filogenetik anlamda, diğer birçok kişi bunu böyle algılamasa da, bazı hayvanlardan kaynaklı tehditlere yönelik hayatta kalma korkusunun da miras kaldığı.
Hipofobi nasıl tedavi edilmeli?
Diğer herhangi bir fobide olduğu gibi, bu korku durumunu tedavi etmeye çalışırken de, genellikle üç eylem tarzı uygulanır. Bu üçü bilişsel yeniden yapılandırma, sistematik duyarsızlaştırma ve gevşeme teknikleri olarak tanımlanıyor.
İlk hedef, atlarla ilgili inançları daha uyumlu ve gerçekçi bir yönde şekillendirmek.
Sistematik duyarsızlaştırma, kişiyi fobinin uyaranına yavaş yavaş maruz bırakmaya odaklanır. İlk olarak, terapist, hastayla atla ilgili tüm olası olayların veya onları korkutan durumların bir listesini çıkarır. Ardından, onları neden oldukları kaygı derecesine göre sıralar.
Bunu yaptıktan sonra, terapiye gevşeme tekniklerini dahil eder. Terapist, daha sonra, hasta için kaygı derecesine ve duygusal yoğunluğuna göre uyaranlara kademeli olarak maruz bırakır.
Dolayısıyla, örneğin listedeki son şey (en çok travmatik olandan en az travmatik olana doğru) atlarla dolu bir sahneyi düşünmekse, o zaman terapist bu düşünce üzerinde çalışacak ve aynı zamanda da bu konuya ilişkin kaygıyı azaltmak için gevşeme tekniklerini uygulayacaktır.
Hasta bu fikirden korkmayı bıraktığında ve bunun üzerine düşünmek onu etkilemediğinde, o zaman terapist listedeki bir sonraki sıradaki uyarana gider ve bu böyle devam eder.